Ortadoğu ülkeleri, dünyanın petro-ekonomisinin merkez üssü olmalarına rağmen, fosil yakıtlar dışında başka kaynaklara yönelmek gerektiğinin farkındadır. Bu çeşitlendirme ihtiyacı en çok, fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak ve bir yandan ekonomiyi büyütürken diğer yandan artan genç nüfus için istihdam sağlamak gibi daha geniş bölgesel önceliklerden kaynaklanmaktadır. İlk bakışta nükleer, bölgenin bu ikili hedefe ulaşmasını sağlayacak uygun bir araç gibi görünüyor. Bununla birlikte, nükleer için gözden çıkarılan kaynakları daha fazla gelecek vaat eden güneş ve rüzgâr endüstrilerine yatırmak Ortadoğu ülkelerinin işine daha çok yarayabilir.
Bölgede nükleerin durumu
Ortadoğu’da nükleer enerji, gelişim aşamasının daha başlarındadır. Şu anda bölgede nükleer enerji hedefine sahip altı ülke var: İran, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün (gelişim aşamasına göre). BAE’nin 5,6 GW’lık Barakah tesisi, ilk reaktörünü 3 yıllık bir gecikmenin ardından 2020’de şebekeye bağladı. 2020 Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu’na (WNIS) göre, dört reaktörün tümü bağlandığında (kalan üç reaktör zaten tamamlanmış durumda veya tamamlanmak üzere), BAE’nin elektrik arzının % 25’ini sağlaması bekleniyor. İran halihazırda uranyum madenciliği ve uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin yanı sıra yapım aşamasında olan ek bir reaktörle birlikte, 915 mw’lık operasyonel bir nükleer güce sahip. Bu uranyum bileşeni, uluslararası bir endişe konusu olageldi ve Trump yönetimi tarafından feshedilen ünlü “İran anlaşmasının” (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) temelini oluşturuyordu. Geri kalan ülkelerden Türkiye’nin programı bugün inşa aşamasında olan bir sahadan ibarettir.
Bölgedeki nükleer programların dayanakları kolayca çürütülebilir
Ortadoğu ülkelerinin, nükleere yatırım yapmasının üç ana nedeni var. Birincisi, enerji sektöründeki fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmanın bir yolu olarak görülüyor, her ne kadar ana yük enerji üretimini sağlıyor olsa da. İkincisi, bir nükleer endüstri geliştirmenin ekonomide yeni bir alan açacağı ve yüksek vasıflı işgücü için istihdam yaratacağı varsayılıyor. Son olarak nükleer, enerji güvenliğine giden bir yol olarak görülüyor. Ancak, daha yakından incelendiğinde, bu argümanlar kolaylıkla çürütülebilir.
Gerekçe 1: enerji sektöründeki fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak
Maliyet açısından enerji sektöründe nükleer enerjinin fosil yakıtların yerini alacağını iddia etmek zordur. WNIS Raporu ve Lazard’a göre, bir MWh’lık nükleer enerji üretiminin maliyeti 112 ila 189 dolar arasında değişiyor. Buna karşılık, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretmenin maliyeti, güneş PV için MWh başına 36-44 dolar ve kıyı rüzgârı için MWh başına 29 ile 56 dolar arasında değişmektedir. Son derece elverişli güneş ışınımı ve rüzgâr enerjisi bakımından iyi koşullara sahip olmakla övünen Ortadoğu’da, bu yenilenebilir enerji maliyet rakamlarının ortalamaların çok altında olması bekleniyor. Aslında, Mckinsey’in Küresel Enerji Perspektifi, 2025’ten önce bu yeni güneş ve rüzgâr kaynaklarının mevcut gaz varlıklarından elektrik üretmekten daha ucuzlayacağını bildirdi; şimdiki veya gelecekteki maliyeti göz önünde bulundurulduğunda nükleerin rekabet gücünü aşan bir durum.
Neden sadece alternatiflerinden daha pahalı olmakla kalmayıp aynı zamanda mevcut zengin fosil yakıt kaynaklarından da önemli ölçüde pahalı olan yeni bir enerji kaynağına geçelim? Ülkeler gerçekten de bir başka enerji türüne geçme niyetindeyse, daha iyi alternatifler var. Ortadoğu’ya, güneş ve rüzgâr bakımından verimli kaynaklar bahşedilmiştir ve düzenli olarak dünyadaki en düşük fiyat teklifleri alma rekorunu kırmaktadır. Suudi Arabistan’daki 600 mw’lik El-Şuayb projesi için bu ay açıklanan rekor derecede düşük kwh başına 1.04 sent ile güneş enerjisi için verilen dünyanın en düşük 10 fiyat teklifinden altısı Ortadoğu’dan geldi. Aynı zamanda, hidrojene yönelik giderek artan bir ilgi söz konusudur; Ortadoğu ülkeleri, ihraç edilmek üzere yeşil hidrojen üretmek için sahip olduğu zengin güneş kaynağını kaldıraç olarak kullanarak petrol sonrası dünyada, bölgenin enerji sektöründeki jeopolitik önemini korumasını sağlayabilecektir.
Gerekçe 2: İleri endüstrileri yerelleştirme ve yüksek vasıflı işler yaratmanın bir yolu olarak yeni bir sektör geliştirmek
Nükleerin devreye sokulması gerçekten de ekonomiye yeni bir sektör kazandıracak olsa bile, GSYİH ve istihdam üzerinde beklenen çarpan etkisine sahip olmayacak gibi görünüyor. Birincisi, ülkeler nükleer enerji alanının gereksindiği işgücünü eğitmek için sarf edilmesi gereken çabayı hafifsiyorlar. BAE Barakah projesinin gecikmesinin ana nedenlerinden biri insanî sermaye eksikliğidir. Bu sadece yetenekli insanlar bulma meselesi değil, aynı zamanda eğitim kurumları ve daha geniş bir kaynak ağı oluşturma meselesidir. Bu yıllar alır ve yanlış eğitimin taşıdığı riskin nükleer bir felaket olduğu düşünülürse, aceleye getirilecek bir şey değildir.
Bir de ölçek meselesi var. Özellikle rekabet gücü yüksek, yenilenebilir alternatiflerin ışığında, Ortadoğu ülkeleri önümüzdeki 30 yıl içinde yalnızca bir avuç nükleer reaktörün devreye girmesini bekleyebilir. Buna karşılık, güneş enerjisi endüstrisinin patlama yapması (2050 yılına kadar elektrik arzının yaklaşık % 70’ini üretmesi) bekleniyor. IRENA (Uluslararası Yenilebilir Enerji Ajansı), yenilenebilir enerjinin 2030 yılına kadar, bu sistemin tüm aşamalarında, bölge için 200.000’den fazla iş olanağı yaratacağını tahmin ediyor. Yaptığınız yatırımın meyvelerini toplayacağınızın kesin olduğu bir sektörde, neden eğitim ve beceri geliştirmeye yatırım yapmayasınız?
Ölçek konusu aynı zamanda, yerel tedarik zinciri geliştirme kapasitesini sorgulamayı da gündeme getirir. Sınırlı gelecek projeleri, sermaye giderlerini karşılamak amacıyla hammadde üretmek üzere bir yerel pazar geliştirme olasılığını ortadan kaldırır. İşletme giderleri arasında sayılması gereken yakıtın da (uranyum), Barakah, stratejik bir karar alarak nükleer yakıtın ülke içinde zenginleştirilmesinden vazgeçtiği ve Rusya (JCPOA, Kapsamlı Ortak Eylem Planı hükümleri uyarınca) İran’a zenginleştirilmiş uranyum tedarik etmekte olduğu için, iç pazardan temin edilmesi olası görünmüyor. Bölgedeki nükleer faaliyetlerin en büyük kazananı, muhtemelen nükleer reaktör geliştiricileridir. Örneğin, Barakah santralinin proje geliştiricisi olan Güney Koreli KEPCO’nun işletme, bakım ve yakıt tedarik sözleşmelerinden 20 milyar dolar kazanması bekleniyor.
Gerekçe 3: Enerji güvenliği
Nükleer enerji kullanma çağrılarının dayandırıldığı bölgesel enerji güvenliğini sağlama iddiası, geçmişi Suudi Krallığı ve BAE ile, BAE’deki doğal gazla çalışan mevcut santrallerin ana doğal gaz tedarikçisi olan Katar arasındaki diplomatik anlaşmazlığa dayanan eski bir argümandır. O zamandan beri, nükleer enerjinin enerji güvenliğini sağladığı savunması, mevcut nükleerin zengin ve sabit ana yük enerji üretimi için fosil yakıtlara çekici bir alternatif olduğu savunmasına kaydı. Bununla birlikte, bölgedeki nükleer henüz güvenilirliğini kanıtlamış değil. Yaşanan gecikmeler, kapasite eksikliği ve dış uzmanlığa bağımlılık gibi olgular karşısında, bu ülkelerin nükleer arzlarında “enerji yönünden bağımsız” ülkeler haline gelmeleri uzun zaman alacak.
Buna karşılık, güneş ve rüzgâr bu güvenliği sağlayabilir. Yatırımcılar bölgede güneş ve rüzgâra yatırım yapmak için acele ediyorlar ve eğer bir ölçek ekonomisi beklentisi varsa, yerelleştirme yasaları sayesinde, yerel işgücünün becerilerinin geliştirilmesi şansı daha erişilebilir olacaktır. Enerji güvenliğini sağlamak için, kesinti sorunu ve şebeke entegrasyonu çözülmelidir ve bunu yapmak için de, Ortadoğu ülkelerinin inovasyon merkezleri oluşturmak ve yeni şebeke dengeleme uygulamalarını test etmek için yatırımcıların bu ilgisinden yararlanması gerekir. Bu merkezler sadece enerji güvenliğini sağlamayı hızlandırmakla kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu ülkelerinin enerji sektöründeki jeopolitik önemlerini korumaları için başka bir yol işlevi görecektir.
Sonuç olarak, Ortadoğu’da stratejik öncelikler ve nükleere yatırım yapma tercihi arasında açık bir uyumsuzluk söz konusu. Nükleere ayrılan kaynakların güneş ve rüzgâra doğru kaydırılması, sadece ekonomik açıdan önem arz etmez, aynı zamanda yeni bir petrol-sonrası ekonomi düzeni teşvik etmek, istihdam ve know-how yaratmak ve Ortadoğu’nun küresel konumunu, karbondan arındırılmış bir dünyada bir enerji merkezi olarak sürdürmesi için de bu kaynak kaydırması stratejik bir öncelik olmaya devam etmelidir.